Her çocuğun kendine özgü bir öyküsü vardır. Ayrı ayrı hepsini dinlemeye kalksak hiçbirinin anlattığından vazgeçmek istemeyiz, emin olun. Biz büyükler içinse durum farklı. Deneyimlerimizin çokluğu sizi aldatmasın, döner dolaşır hepimiz aynı noktaya geliriz. Aklımızın yolu birdir. Bundandır ki bir çocuğun öyküsünü anlamak ve anlatmak her yetişkinin harcı değildir.
Peki “la” sesini arayan Ali’nin öyküsünü kim anlatacak o zaman? “Bilgim az ama, insanlığım iyidir. Herkesin içinde iyilikler, güzellikler olduğunu düşünürüm. Buna inanırım.” diyen bir yetişkin; pazara gitmeyi seven bir öykücü anlatacak. Ali’yi ancak onun gözleri fark eder çünkü. Ali’nin yoksul bir dağ köyünde başlayan, kapıcı dairesinde devam eden öyküsünü Nezihe Meriç yazabilir ancak.
Ali ve yazarımız bir pazar yerinde tanışıyorlar. Onu gökyüzündeki kuşları ve uçakları yarıştırırken yakalıyor “pazar yerinin yazarı”. Ali'nin masal gibi süslediği öyküsünü oracıkta dinleyiveriyor.
Ali, yoksul bir dağ köyünde yaşayan Hüsün ve Güzel’in oğlu. Güzel ve Hüsün evlendikten sonra İstanbul’a göçüp bir kapıcı dairesine yerleşiyorlar. Ali dünyaya gözlerini burada açıyor. Onun dünyaya gelişi anası babası için umut… İyiliğin, mutluluğun, neşenin olduğu bir yaşamın umudu. Güzel ve Hüsün’ün özlemle anlattığı köylerine ilişkin öyküleri dinleyerek büyüyor Ali. “Baba hadi anlat o dikili ağacımızı, hadi anlat köyümüzü… Okul da açarız he mi buba, dispanser de açarız, elektrik de getiririz.” Hiç görmediği köyü, onun dünyasında böyle yeşeriyor.
O böyle umutla ve düşle büyürken yaşadıkları çevre de büyüyor, genişliyor. Apartmanlarla gecekondular iç içe, çoğalıp duruyorlar. Gecekonduların olduğu yer Ali için her zaman keşfedeceği yeni şeylerin olduğu büyük bir dünya. Bir gün yepyeni bir yerle ve insanla karşılaşıyor bu dünyada: Nazlı Hanım’ın bağ köşküne giriyor.
Mahallelinin cinli diye uzak durduğu bir yer burası; ama Nazlı Hanım sevgi dolu, sıcacık karşılıyor Ali’yi. İlginç öyküler anlatıyor ve derdini açıyor ona. Nazlı Hanım “la” sesinin peşinde. Onu kaybettiği için şarkı söyleyememekten yakınıyor. Ali Nazlı Hanım’ın bu tasasıyla dopdolu dönüyor eve.
Bundan sonra, Nazlı Hanım’ın ona açtığı sırrı bir hazine gibi saklıyor içinde. Sadece Nazlı Hanım'la aralarında kimsenin bilmediği bir bağ kuruyor “la” sesinin kayboluşu. Ali, yaşlı dostunun derdini dert ediyor kendine. Apartmandaki en yakın arkadaşı Ayşe’ye bile uzun süre söyleyemiyor bunu. “la” sesini bulmak konusunda Nazlı Hanım’a yardımcı olmak istiyor; ama nasıl yapacak?
Oysa “la” sesi belki de herkes için kayıp. Ali bazı insanların neden sevgisiz olduğunu sorgularken aslında o da “la”nın peşinde. Ayşe’nin babaannesi Güzel’i ve Hüsün’ü aşağılarken ve o bunu sessiz bir öfkeyle dinlerken yine “la” sesinin peşine düşüyor farkında olmadan.
Alagün Çocukları Meriç’in on iki kitaptan oluşmasını planladığı bir seri olarak düşünülmüş başlangıçta. 12 Mart’ta büyüyen çocukların öyküsü… Ama 12 Mart’ın ardından 12 Eylül yetişince Meriç düş kırıklığına uğruyor. “Küsüyor” kendi söyleyişiyle. Ali için kurduğu ve kendisinin de dahil olduğu umut dolu dünyanın, bir kez daha darbeyle yaralanmış olmasına içerliyor kuşkusuz.
Bize de öykünün sonunda gecekondulara doğru koşan Ali ve Ayşe’nin ardından el sallamak kalıyor.