Askeladden, tanıştığım Norveçli masal kahramanlarından ilki. Norveççe öğrenmeme yardımcı olur diyerek kütüphaneden Askeladden og De Gode Hjelperne (Askeladden ve İyi Kalpli Yardımcıları) adlı kitabı ödünç alıp, sırtımdan ter damlaya damlaya Türkçeye çevirmeye çalışmıştım. Başlangıç için zor olduğunu görünce de çalışmamı yarı yolda bırakmak zorunda kaldım.
Masalın okuduğum kadarı çok tanıdık geldi. Sonradan benzer bir öykünün Grimm masallarından birinde anlatıldığını anımsadım; ama asıl tanıdık gelen Askeladden oldu. Yoksul evinden kralın kızına talip olmak için ayrılan Askeladden’i sizin de gözünüz bir yerden ısıracaktır.
Askeladden bizim Keloğlan’ın ta kendisi. Kitabı okurken iki kahraman arasındaki benzerlikleri fark edince, büyüdüğüm mahalleden birine Norveç’te rastlamışım gibi sevindim. Birbirine uzak iki ayrı coğrafyada bu denli benzeyen karakterlerin doğmasını hayretle karşılamışken imdadıma Tahir Alangu yetişti.
Alangu, yüz temel eser arasında olan Keloğlan Masalları kitabının sonuna iliştirilen Keloğlan Masalları: Mitostan Kurtuluş-Gerçeğe Yöneliş başlıklı incelemesinde, Keloğlan’ı “yalnız bize has, yerli ve milli” olarak değerlendirmenin yanlışlığına dikkat çekiyor. Göçlerle, ticari ilişkilerle, savaşlarla dünyanın değişik yerlerine ulaşan halk masalları ve bunların kahramanları, yurt edindikleri toprakların kültürüne göre değişik özelliklere bürünüyorlar. Hâl böyle olunca İran, Azerbaycan, Alman masallarında da ortaya çıkan Keloğlan’ın Anadolu masallarındaki yerini, özelliklerini incelemenin daha yararlı ve geliştirici olacağı görüşünde Alangu.
Askeladden’in yarım bıraktığım masalı dışında hiçbir macerasını okumadığım için bizim Keloğlan ile onun arasındaki bağı ayrıntılandırmam söz konusu değil. Bu, hem benim bilgimi hem de bu yazının çerçevesini aşar. Ancak kralın kızına talip olma cesaretini gösteren Askeladden bu “kendini bilmezliğiyle” hemen gözüme giriverdi. İşte benim alıştığım, tanıdığım Keloğlan!
Bizim Keloğlan’ın da gidip kendi gibi birine gönül verdiği görülmemiştir. Keloğlan Masalları’ında okuduğum bir masalı aktarıvereyim size kısaca: Anasız, babasız Keloğlan bir gün padişahın sarayının önünden geçerken cumbada oturup kitap okuyan padişah kızını görmüş. Görmesiyle gönül vermesi bir olmuş. Yemeden, içmeden, uykudan kesilmiş. Sonunda soluğu sarayın kapısında almış. Sarayın adamları onu padişahın huzuruna çıkarmışlar. Keloğlan Padişaha, onun kızına talip olduğunu korkudan titreye titreye söyleyivermiş. Padişah adeta kükremiş. Keloğlan’ın haddini bilmezliği karşısında öfkeden deliye dönmüş. Keloğlan ne dese beğenirsiniz: “Sizi yaratan tanrı beni de yaratmadı mı padişahım? İkimiz de onun kulları değil miyiz?” Bunu duyan bendenizin ağzı şaşkınlıktan açık kaldı. Padişah da aynı şaşkınlığı yaşamasın mı? Üstelik ona hak da vermiş, kızına talip olmasını normal karşılamış. Ama ona bir şart koşmuş: Keloğlan padişahın ana babasının cennette olup olmadığını öğrenebilirse kızıyla evlenebilecekmiş. Gücü elinde bulunduranlar her zaman böyle davranmamışlar mıdır zaten? Eşit olduğunuzdan dem vururlar; ama eşit olmanın kuralları vardır ve bu kuralları da onlar koyarlar. Neyse… Keloğlan kendine koşulan şartın altında ezilirken bir ağaç altında uyuyakalmış. Ama öyle bir düş görmüş ki… Daha fazla anlatıp masalın tadını kaçırmayayım. Sonunu öğrenmek size kalsın.
Keloğlan bütün masallarda farklı bir kişiliğe bürünür. Kiminde hileyle, oyunla işini halleden; kiminde zekasıyla herkesi alt eden; kiminde de saf, önüne gelenin kandırdığı bir Keloğlan… Askeladden ya da diğer halk masallarının Keloğlanları nasıldır bilmiyorum; ama dünyanın başka bir köşesinde, başka bir Keloğlan’ın padişah kızına talip olduğunu bilmek güzel.