Prenses yağmur şarkı söylüyor.
Kraliçe kar yerini, neşeli, ince belli yağmur damlalarına bırakıyor.
Kraliçenin beyaz güzelliğine teslim olan iyi kalpli toprak, kış mevsimini çocuklarıyla koyun koyuna uyuyarak geçirdi. Şimdi çocukları uyandırıp yeni mevsime hazırlanma zamanı.
Prenses yağmur, toprağın çocuklarını şarkısına eşlik etmeye çağırıyor.
Ağaçlar canlanıyor. Dereler, yataklarında coşkuyla akıyor. Çiçekler kokularını yamaçlardan dağ doruklarına gönderiyor. Kuzey ülkesinde kış, yerini bahara bırakıyor.
Küçük çimen, toprağın en genç çocuklarından. Kuzey ülkesinin, çatısı toprakla kaplı evlerinden birinin tepesinde bitmiş.
Bu tek katlı, ahşap evler kocaman birer saksıya benzer. Çatılarındaki yemyeşil çimenler ve aralara serpiştirilmiş gibi görünen çiçekleriyle görseniz ne şirindir hepsi!
Çimenciğin evi de öyleymiş. Yanıbaşında daha olgun çimenler varmış. Kendiyle aynı yaşta arkadaşları da...
Mutluymuş mutlu olmasına ya.... Farklı yerleri merak etmekten de alamazmış kendini. Gün gelmiş, çimencik, kendisi gibi çatıda değil de yerde bitmiş bir bahar çiçeğine gönül vermiş. Bütün gün yukarıdan onu izliyormuş. Onun kokusunu merak ediyor, üzerine konan arılarla ne konuştuğunu duymak istiyormuş. Bu aşk onu öylesine kedere boğmuş ki yanı başında duran arkadaşlarını gözü görmez olmuş. Aklı fikri aşağıya inip güzel çiçeğe aşkını ilan etmekmiş. Oysa köklerini saldığı yerden ayrılması imkansız görünüyormuş.
Sevgilisinin üzerine konan arıdan yardım istemeye karar vermiş. Aşkını çiçeğe iletmesini rica etmiş ondan. Arı, arkadaşının reddedileceğini biliyormuş. Ama kırmak istememiş onun gövdesinden bile ince kalbini. Tamam demiş.
Yardımsever arı, çiçeğin üzerine konup ona sevgili dostu çimenin büyük aşkını anlatmış. Çiçek, arının söylediklerini duyunca burun kıvırmış.
-Bir köy evinin çatısına tünemiş basit bir ot, nasıl beni hak ettiğim gibi sevebilir? Etrafa bir bak! Onun gibi binlercesi var. Hem ben çok yakında gideceğim. Evin sahibi beni kristal vazosuyla nişanladı.
Çiçeğin cevabı, heyecanla bekleyen çimene nasıl söylenir?
Arıcık arkadaşına çiçeğin çok yakında bir vazoyla evleneceğini, onu unutması gerektiğini söylemiş.
Aşık çimen çaresiz kabullenmiş bu durumu. Sesini çıkarmamış. Kimseye dert yanmamış bir daha. Yalnız her sabah, gövdesinde biriken su damlacıklarını sağa sola dönerek aşağıya, sevdiğinin üzerine dökmüş. Çiçek bir an önce büyüsün, kristal vazoya uygun hale gelsin de onu alıp götürsünler diye. Görmeyince daha hızlı unuturum diye düşünüyormuş.
Çiçek serpilmiş. Vazoya uygun boya gelince onu diğer kır çiçekleriyle birlikte alıp götürmüşler.
Genç çimen de aşkını kalbine gömmüş.
Aradan günler geçmiş. Birgün evin kapısı açılmış. Genç bir kadın solmuş çiçeklerden oluşan bir demeti çatıya fırlatıvermiş. Sonra evin etrafındaki taze çiçekleri toplamaya başlamış.
O sırada prenses yağmuru hayranlıkla izleyen genç çimen, birden cılız bir ses duymuş.
- Beni tanıdın mı, diyormuş ses.
Bir süre sonra sesin sahibini tanımış çimen. Eskiden aşık olduğu güzel çiçekmiş.
-İşte sana geldim, diyormuş çiçek.
Genç çimen onun kendisi için gelmediğini anlamış ama haline de acımış. Çiçek eskisi gibi değilmiş. Solmuş rengi ve büzülmüş yapraklarıyla çok yaşlı görünüyormuş. Çimen onun yeryüzündeki zamanını doldurduğunu anlamış. Oysa önlerinde upuzun bir bahar varmış henüz.
-Şimdi boşver bunları, demiş çimen. Gözlerini kapa ve kendini prenses yağmurun kollarına bırak. Sana çok hoş bir şarkı söylüyor..
Çiçek onun dediğini yapmış.
Prenses yağmur, çiçeğe tüm bitkilere onları mutlu kılacak bir şarkı söylemiş. Toprak da onu kendine doğru çekip sakin ve sonsuz bir uykuya dalmasını sağlamış.
Ertesi yıl bahar geldiğinde çiçeğin ve çimenin yerinde, sevdalı bir çiçek ve çimen duruyor olacakmış.