“Keşke Türkler Anadolu’nun kapılarından içeri hiç girmeselermiş öğretmenim.”
“Neden?”
“Çalışacak daha az konu olurdu.”
Bu bıkkınlık belirten isteğin ardından Anadolu’nun nelere kadir olduğunu anlatsam, olmaz. “Ama o zaman belki sen de olmazdın” desem pek çok yetişkin gibi benim de halden anlamadığım düşünülebilir ki, hiç istemem. En iyisi şöyle yapayım: Anıtların Öyküleri’ni önereyim.
Her yaştan okura uygun bir kitap Anıtların Öyküleri. Hele tarih dersiyle başı dertten kurtulmayanlar için ilaç gibi. Öğrenmek “zorunda kaldığımız” tarih bilgileri bambaşka bir biçimde sunulmuş. Okunması daha keyifli ve daha akılda kalıcı bir biçimde.
Adnan Özyalçıner sevdiğim bir yazardır. Yalnızca yazdıklarını değil, çalışmasındaki titizliği her zaman hissettiren bir yazar olduğu için de severim onu. Anıtların Öyküleri’ni okurken de bu özeni bir kez daha fark etmek, çok iyi tanıdığım ama ne zamandır görmediğim birine rastlamışım gibi mutlu etti beni. Yazar, kitabın önsözünde belirttiği gibi, her anıtın bir öyküsü olduğu, anlatılan ne olursa olsun geçmiş, gelecek ve yarınla ilgisi olduğu gerçeğinden yola çıkarak bütün kaynaklardan yararlanmış. Ortaya Anıtların Öyküleri çıkmış.
Kitapta on altı ayrı başlık var. On altı ayrı tarih ve öykü demek bu. Öncelikle her tarihi eserle ilgili ansiklopedik bilgiler verilmiş. Ancak bu bilgilendirme kısmı son derece yalın. Aklınıza upuzun bir bilgiler zinciri gelmesin. Ardından özgün bir başlık altında anıta ilişkin öykü aktarılmış.
İlk öyküde Anadolu anlatılıyor. Öykünün adı “Anadolu’muzun Öyküsü”. Ne de olsa öyküleri anlatılan anıtların hepsi Anadolu’da. Bu kadar zengin bir toprağın mutlaka kendine özgü bir hikâyesi olmalı. Hepsini değil, ama bu öyküde anlatılanı kısaca paylaşmak isterim sizle.
Öyküye göre, Ankara’nın güneybatısındaki Polatlı’da Frigyalıların ünlü kenti Gordion varmış bir zamanlar. Bu kentin iyi yürekli bir kralı varmış. Birgün kral ölmüş. Şehrin kapılarından ilk girecek yabancının kral olmasına karar vermişler. Ertesi günü Gordios adında yaşlı bir köylü şehre girmiş ve kral ilan edilmiş. Şehir de Gordion diye anılmaya başlanmış. Gordion kendisine krallık bağışlanmasını sağlayan kağnısını tapınağına bağlayıp ipe bu düğümü çözenin sadece Anadolu’ya değil bütün Asya’ya hakim olacağını söyler. Ama kimse Büyük İskender Anadolu’ya gelene dek düğümü çözemez. O da düğümü kılıcıyla keserek koparır ve Asya’ya hakim olduğunu düşünerek mutlu olur. Ancak düğümü kaba bir yöntemle açtığından olsa gerek Anadolu’ya hakim olduğunu göremeden ölür.
Anadolu’ya daha sonra egemen olan Lidyalıların ünlü kralı Midas birgün sarayının bahçesinde otururken yanına kendi halkından fakir bir adam gelmiş ve ondan bir altın istemiş. Ama Midas adamı terslemiş Bunun üzerine adam “Dilerim her tuttuğun altın olur. Bu kadar sevdiğin altın seni tüm sevdiklerinden ayırır” diye beddua etmiş. Adamın dediği olmuş ve Midas’ın dokunduğu her şey, yardım etmek için elini uzattığı karısı ve kızı bile altına dönüşmüş. Bilginlerinden biri Midas’a sihirden kurtulması için Gediz’in sularında ellerini yıkamasını söylemiş. Midas onun söylediğini yapmış ve dokunup altına çevirdiği her şeye yeniden kavuşmuş. Sihirden de kurtulmuş. Bundan sonra ihtiyacı olan herkese yardım etmeye başlamış.
Midas’tan yılllar sonra Anadolu’ya Türkler yerleşmiş. Türk beylerinden biri askerleriyle birlikte Anadolu’nun ortasında konakladığı bir sırada, tepenin ardından elinde bakraçla bir kadın belirmiş. Kadın susuzluktan kavrulan askerler bakracındaki ayrandan vermiş. Ayran içmek isteyen askerler “Ana dolu... Dolu ana!” bağırış çağırış sıraya girip susuzluklarını gidermişler. O günden sonra, Rum ülkesi, Bizans ülkesi diye bilinen toprakların adı Anadolu olarak değişmiş.
Bugün biliyoruz ki Anadolu adının kökeniyle ilgili bu hikâye tarihi gerçekleri yansıtmıyor. Anadolu kelimesinin kökeni “güneşin doğuşu” anlamına gelen Yunanca anatolē kelimesine dayanıyor. Ama elbette bu durum onunla ilgili efsaneler üretilmesine engel değil. Özyalçıner’in aktardığı hikâye de bu efsanelerden yalnızca bir tanesi.
Kitapta “Anadolu’muzun Öyküsü” gibi daha birçok hikâye yer alıyor. Ayasofya, Beyazıt Yangın Kulesi, Boğaz Köprüsü, Efes, Erzurum Çifte Minare, Galata Kulesi, Truva Atı, Kız Kulesi, İstanbul Surları, Kıztaşı, Orhan Camisi, Rumelihisarı, Selimiye Camisi, Su Kemerleri ve Süleymaniye Camisi’nin öyküleri anlatılmış. Bu öyküler 1979 Çocuk Yılı dolayısıyla TRT’nin Günaydın programının “Anıt Dolu Yurdum” bölümünde yayınlanmış.
Okul yıllarını ve sınavları çok çok geride bırakmış olabilirsiniz; ama tarihi sevmek için hâlâ şansınız var bence. Anıtların Öyküleri bu şansı veriyor bize.