İnsanın kendine benzemeyeni, kendi gibi olmayanı kabul etmesi zor. Türe özgü bir davranış değil bu. Bana sorarsanız bu tavır, yetişkinlerin çocuk kalan yönlerinden bir tanesi. Tüm dünyanın kendi gördüklerinden ve bildiklerinden ibaret olduğunu, pek çok canlının kendi gibi olduğunu sanmak çocuklara özgü bir algıdır çünkü.
Bu tutum çocuk dünyası için en olağan süreçlerden biri elbette. Çocuklar alışmadıkları birini ya da daha önce görmedikleri bir canlıyı gördüklerinde korkabilirler. Eğer söz konusu varlık bir çocuksa onu bir süre oyunlarından dışlayabilirler. Gelin görün ki yetişkinlerdeki bu “çocuksu” tavrın sonuçları her zaman “çocuksu” olmuyor. Bizler için dışlamak, sadece oyunlarla sınırlı değil. Elimizden gelse bizim gibi olmayanı dünyanın dışına bile atabiliriz. Oysa Anton öyle mi?
Anton, Angela Sommer-Bodenburg’un harika kahramanı. Korku öykülerine bayılan Anton’un kâbusu, vampirler. Onlardan ölesiye korkan Anton, onlara ilişkin her şeyi de biliyor. Ama bir gün bu kâbus gerçek oluyor ve evde yalnız olduğu bir akşam penceresinde küçücük bir vampir beliriveriyor: Rüdiger.
Eğer Anton kendinden farklı olana tahammül edemeyen bir yetişkin olsaydı vampirlerin nasıl haklanacağı konusundaki bilgisini kullanıp Rüdiger’i derhal ortadan kaldırırdı. Ama o bunun yerine Rüdiger’le arkadaş olmayı tercih ediyor. Başlangıçta ondan bir hayli korksa da cumartesileri Anton’un odasındaki buluşmalardan ibaret olan dostlukları zamanla birbirlerinin aileleriyle tanışmaya kadar ilerliyor. Tabii bu süreçte Anton heyecan dolu anlar da yaşıyor. Özellikle Rüdiger ve ailesinin yaşadığı yeraltı mezarlığına indiğinde. Böylece, hayatına Rüdiger’in dişleri olmadığı için sütle beslenen kız kardeşi Dişsiz Anna, ergenlik döneminde vampire dönüştüğü için sesi bir kalınlaşıp bir incelen ağabeyi, ailelerinin en kana susamış vampiri olan Dorothee Teyze’si ve mezarlık bekçisi giriyor.
Anton bir taraftan maceradan maceraya atılırken diğer yandan da annesinin ve babasının onun yeni arkadaşlarıyla tanışma isteklerini ertelemeye çalışıyor. Tahmin edersiniz ki üstleri başları her zaman küf ve kan kokan, ayrıca gözlerinin altında halkalar ve ağızlarında da iki vampir dişi bulanan Rüdiger ve Anna’yı sıradan bir aileyle tanıştırmak pek de kolay değil. Ama Anton bunun için de bir çözüm üretiyor. Bakalım bu ilk buluşma nasıl olacak.
Anton ve Rüdiger aralarındaki derin farklılığa rağmen içten bir dostluk geliştirmeyi başarıyorlar. İkisinin ortak zevki korku kitapları okumak. Bu ortak nokta onlara yetiyor da artıyor bile. Anton dünyadaki tüm canlıların ona benzemek zorunda olmadığının farkında mıdır bilmiyorum ama Rüdiger’in etrafa yaydığı berbat kokunun bile ona özgü olduğunu düşünüp rahatsız olduğunu onun yüzüne vurmuyor.
On dokuz kitaptan oluşan Küçük Vampir dizisi otuz dile çevrilmiş ve yirmi milyondan fazla satılmış. Bu çok sevindirici ve iç rahatlatıcı. Çünkü dünyada en az bu kadar insan, birbirinden tamamen farklı iki canlının dost olabileceğini biliyor artık.