Üç-dört yıl önce annem bir tanıdığa, biraz da gururlanarak, "Bizim kız da masal ve çocuk öyküleri yazıyor," demişti. "Maşallah! Belki ileride büyükler için de yazar" yanıtını almak pek hoşuma gitmese de tartışmayı anlamsız buldum. Bunu söyleyen kişi bir meslektaşım. Üstelik mesleğini hep çok önemsemiş, ona yıllarını adamış biri. Şimdiki aklım olsa ileride daha büyük yaştaki öğrencilere öğretmenlik yapabileceği konusunda ben de onu teselli ederdim.
Çocuk edebiyatı onunla ilgilenen kişilerce bile zaman zaman küçümsenen bir alan. Geçen haftalarda bir İngiliz romancı, Martin Amis, söyledikleri yüzünden epey tepki aldı. Amis çocuk romancılığına ilişkin şunları söylemiş:
"İnsanlar bana, çocuklar için kitap yazmayı düşünüp düşünmediğimi soruyorlar. Ben de onlara, 'Bir gün beynimde ciddi bir hasar meydana gelirse, o zaman çocuklar için yazmaya başlayabilirim,' diyorum. Bunun dışında, öyküyü yönlendiren kişinin ben olduğuma dair sahip olduğum bilinç benim için çok önemlidir, çünkü bana göre kurmaca özgürlük demektir ve konulan her türlü kısıtlama benim için kabul edilemezdir. Beni, yazabileceğimden daha aşağı bir seviyede yazmaya zorlayacak birisi için asla bir şey yazmam."
Amis’in sözleri üzerine eli çocuk edebiyatı için kalem tutan pek çok yazar bir şeyler yazdı, söyledi. Yazara katılmamakla birlikte bunları dile getirmesinden rahatsızlık da duymadım. Çocuk edebiyatına ilişkin varolan bir bakış açısını hatırlatıp bize de tekrar tartışma olanağı sundu aslına bakarsınız.
Bir yazarın belli bir türde yazmak istememesi anlaşılır bir şey elbet. Sıkıntılı olan nokta Amis’in gerekçesi. Yazarın “kısıtlama, aşağı seviye” dediği tam da zurnanın zırt dediği yer bence: Anlatılanı çocuklar için yeniden anlamlandırmak ve onlar için de algılanır kılmak. Başka bir deyişle, yalınlık. Her konu, her olay ya da durum, her gerçek, her düşünce çocuk edebiyatının içeriğine dahil edilebilir. Çocuklar anlasın diye seviye düşürülüyorsa ortaya çıkan şey çocuk edebiyatı ürünü değil, bayağı bir metindir olsa olsa.
Çocuk edebiyatının algılanışı ve ona verilen değer, çocukluğun algılanma biçimiyle de ilgili diye düşünüyorum. Amis, çocukluğu bayalığın hüküm sürdüğü bir cahiliye dönemi gibi algıladığını ortaya koyuyor. Çocukların algılama yeteneğini zayıf bulduğundan onlar için üretilen edebiyatın da yazarın özgürlüğünü kısıtladığını idda ediyor.
Oysa çocukların dünyası bizimkinden daha aşağı ya da gelişmemiş değildir. Yalnızca farklıdır. Bu farklılık onlar için üretilen edebiyatı da farklı kılar. Yazarın aşağı bulduğu bu yazın alanı, ustalıkla işleyen için, sürekli yenilenme olanağı sağlayan sonsuz bir düş dünyası sunar. Düşlerin olduğu yerde, özgürlüğün kısıtlanması söz konusu olabilir mi dersiniz?
Sevgili İrem neler düşündüğümüzü merak etmiş. Böyleyken böyle…