Tanıştığımızda aşağı yukarı aynı yaştaydık. Bizim evde elektrikler kesikti. Dışarıda kar vardı. O, yaz tatilindeydi ve kasabanın yakınına çadır kuran Fransız ailenin çocuklarıyla tanışmak için can atıyordu. Bense onu daha yakından tanımak için sabırsızlanıyordum.
Benim çevremdeki çocuklara benzemiyordu. Önce Karadeniz'de yaşıyorlardı, sonra İstanbul'a, Küçükçekmece'ye taşındılar ailecek. Cılız, kara kıvırcık saçlıydı. Yaşıtlarından küçük görünürdü. Babası kamyon şoförüydü. Ailesinin geliri sınırlıydı. Bu nedenle yaptığının suç sayıldığını bilmeden suça meylettiği olurdu. Çok sonra anladım ondaki bu suç eğilimini ve neden yaşından küçük göründüğünü. Nedenleri üzerine kafa yordukça onu daha çok sevdim. Ama ben büyüdüm, Bacaksız Bahri hep aynı yaşta kaldı.
Rıfat Ilgaz'ın Bacaksız Bahri'si çocukluğumdaki ilk arkaşlarımdan biridir desem yeridir. O zamanlar böyle bir çocuğun varlığını inandırıcı bulmamıştım pek. Bacaksız ne yapıyorsa eğlenmek için yapıyor sanmıştım. Üstelik benden şanslı olduğunu düşündüğümü, onun yaşamına özendiğimi bile anımsıyorum. O sigara kaçakçılığı yapmıştı; keten helva almak için arkadaşlarıyla yarışıp o yarışı kazanmıştı; Cide'ye gelen Fransız aileye salyangoz satmıştı. Fransızların salyangoz yediğini ben ondan öğrendim. Oysa evinde ansiklopediler olan o değildi, bendim.
Çok sonraları Bacaksız'ın yaratıcısının diğer yazdıklarını okuyunca hem Bahri'yi hem de arkadaşlarını gerçekten tanıdım. Ilgaz'ın "Çocuklarım" şiirinde anlattığı çocuklardandı Bacaksız ve mahallesindekiler. "Yoklama defterinden tanımadım sizi/ Benim haylaz çocuklarım/ Sınıfın en devamsızını/ bir sinema sinema dönüşü tanıdım/ Koltuğunda satılmamış gazeteler..." dizelerinde sözünü ettiği çocuklardandı. Böylece Bacaksız Bahri benim için ete kemiğe büründü.
Bu ülkedeki pek çok çocuktan bir tanesiydi Bacaksız. Güvenmek isteyen, mutlu olmayı bilen, insanları seven ya da onlara kolayca kızabilen bir çocuk... Gerçek adını mahalle arkadaşı Gülten'in ağzından duymak büyülüydü onun için. Bacaksız'ın annesi de, artık onlar da İstanbul'da yaşadıklarına göre, dantel örmeyi öğrenmeli, sonra onları Kapalıçarşı'daki dükkanlardan birine satmalıydı. Bacaksız'ın da cebinde keten helva alacak kadar parası olmalıydı.
İstediklerini elde etmek için mızıldanmak gibi bir lüksü yoktu Bahri'nin. O da dert etmedi hiç. Kendi çabasıyla ulaşmaya çalıştı istediklerine. Keten helva ve çikolata yemek için koşu yarışmasına katıldı. Dondurma ve simit yeyip annesine yumurta almak için sigara sattı. Gülten'in bebek kutusu için eskiciyle işbirliği yaptı. Fransız aile için salyangoz topladı. Bunları yaparken yalnız değildi Bahri. Mahalleden kendi gibi arkadaşları vardı. Biri yaptığını, diğerlerine de öğretiyordu ya da karşılıklı iyi niyetli anlaşmalar yapıyorlardı. Benim için çocuklar arasında da yardımlaşma ve dayanışma olabileceğinin ilk örneğiydi o.
Bunların yanı sıra Bacaksız'la ortak olan çelişkilerimiz vardı. 23 Nisan'da, bayram bayram diye ortalığı alt üst eden büyüklerin, ona bir sakızlı şeker bile vermemelerini hiç anlayamadı. Büyüklerin neden sözlerinde durmadığını, okul müdürünün neden bazı çocuklara ayrıcalıklı davrandığını da... Sol elle yazı yazdığı için ellerine cetvelle vurulmasının da bir açıklaması yoktu. Ona sadece babası "Bacaksız" derken nasıl olup da herkesin bunu duyduğunu hiç öğrenemedi Bahri.
Ben Bahri'yi çocuk dünyasında bırakıp yetişkinlerin arasına katılalı çok oldu. Artık çelişkilerimizin aynı olmadığını düşünmek beni hem üzüyor hem de ona karşı bir parça boynu bükük olmama yol açıyor. Ama Bacaksız'ın "Kim ne derse desin/ Çocuklar için yazdım hep." diyen yazarını yüzüncü yaşında hatırlamak bu mahcubiyeti biraz olsun giderir diye düşünüyorum.